İslam'ın Adalet Terazisi: Niyetten Fiile, Dünyadan Ahirete
İyilik konusunda Kur'an-ı Kerim ve hadislerin bizlere sunduğu nimetleri akıl yoluyla irdelersek, dünya da gerçek huzur ve adaletin temellerinin neye göre atılması gerektiğini de idrak etmiş oluruz.

Müslüm SÖYLER
İnsanlık, varoluşundan bu yana adalet arayışında olmuş, toplumsal düzeni tesis etmenin yollarını aramıştır. Farklı ideolojiler ve sistemler ortaya çıkmış olsa da, mutlak ve kuşatıcı bir adalet anlayışına ulaşmak her zaman çetin bir hedef olmuştur. İşte tam bu noktada, İslam dininin ve onun temel kaynakları olan Kur'an-ı Kerim ayetlerinin, hadislerle birlikte sunduğu adalet perspektifi, hem bu dünyada huzurun hem de ahirette kurtuluşun anahtarlarını sunmaktadır.
Ebü’l-Abbâs Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edilen kudsi bir hadis-i şerif, bu ilahi adaletin ne denli ince ve kapsamlı olduğunu gözler önüne seriyor: “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” (Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259)
Bu hadis, İslam'ın adalet anlayışının sadece fiiller üzerinden değil, niyetler ve içsel süreçler üzerinden de şekillendiğini açıkça göstermektedir. Bir insanın kalbinde beliren en ufak bir iyilik arzusu dahi, hayata geçirilemese bile ilahi kayıt altına alınmakta ve mükemmel bir iyilik olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, insanı sürekli olarak iyi düşünmeye, güzel emeller beslemeye ve çevresine faydalı olmaya teşvik eden güçlü bir motivasyondur. Zira İslam, sadece sonuçlara değil, amellerin ardındaki niyete de büyük önem vermektedir.
İyilik yapma fırsatı bulan ve bu arzusunu hayata geçirenlerin mükafatı ise kat be kat artmaktadır. On misilden başlayıp yedi yüz misline ve hatta Allah'ın bileceği katlara kadar ulaşan bu ilahi lütuf, Kur'an-ı Kerim'in "Yaptıklarına karşılık olmak üzere kendilerine nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilmez" (Secde, 17) ayetiyle de müjdelenmektedir. Bu, İslam'ın adaletinin sadece dünyevi karşılıklarla sınırlı olmadığını, ahiretteki sonsuz mükafatları da kapsadığını gösterir. İyilik edenlerin bu dünyada huzur bulmasının yanı sıra, ahirette de eşsiz nimetlere nail olacakları vaadi, adalet kavramının İslam'da ne denli merkezi bir yere sahip olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Kötülük söz konusu olduğunda ise İslam'ın adalet anlayışı, kullarına karşı olan sonsuz merhametini sergiler. Kötülük yapma isteği belirdiği halde, Allah korkusuyla veya pişmanlıkla bu düşüncesinden vazgeçen kimseye "mükemmel bir iyilik" sevabı yazılması, nefsiyle mücadele eden ve ilahi sınırlara riayet eden kulların ne denli değerli olduğunu gösterir. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta, kötülüğü yapmaya gücü yetmediği veya imkan bulamadığı için vazgeçenin bu mükafata nail olamayacağıdır. Zira burada bilinçli bir tercih ve Allah için bir vazgeçiş söz konusu değildir.
İşlenen bir kötülüğe ise sadece bir günah yazılması, İslam'ın adaletinin bir başka boyutunu ortaya koyar. İyiliğe kat kat mükafat verilirken, kötülüğe sadece misliyle ceza verilmesi, Allah'ın kullarına olan adaletinin ve merhametinin açık bir tezahürüdür. Nitekim En'am Suresi'nde de "İyilik edene, yaptığı iyiliğin on misli mükâfât verilir. Kötülük yapan da yaptığının dengiyle cezalandırılır" (En'âm, 160) buyrulmaktadır. Bu ilahi prensip, insanları iyiliğe teşvik ederken, kötülükten sakınmaları için de caydırıcı bir unsur teşkil eder.
Resûlullah (sas)'ın "Rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmak sadakadır" (Buhârî, Cihâd, 128) hadisi de, İslam'ın adalet anlayışının sadece büyük iyiliklerle sınırlı olmadığını, en küçük bir olumlu davranışın dahi toplumsal huzura katkı sağladığını ve karşılıksız kalmadığını gösterir. Yoldaki bir taşı kaldırmak, bir engellinin geçmesine yardımcı olmak gibi basit görünen eylemler bile, İslam'ın adalet ve iyilik prensipleri çerçevesinde değer kazanır.
Sonuç olarak, İslam dini ve onun temel kaynakları olan Kur'an-ı Kerim ve hadisler, dünya üzerinde mutlak bir adaletin tesisinin mümkün olduğunu, bunun da ancak bireylerin niyetlerinden başlayarak tüm eylemlerini ilahi rızaya uygun bir şekilde şekillendirmesiyle gerçekleşeceğini ortaya koymaktadır. İslam'ın sunduğu bu adalet anlayışı, sadece hukuki ve toplumsal düzenlemelerle sınırlı kalmayıp, bireyin iç dünyasını da kapsayan, niyetleri ve amelleri birlikte değerlendiren kapsamlı bir sistemdir. Bu sistem, insanı sürekli olarak iyiliğe yönlendirirken, kötülükten sakındırır ve hem bu dünyada huzurun hem de ahiretteki ebedi mutluluğun kapılarını aralar. İslam'ın adalet terazisi, niyetten fiile, dünyadan ahirete uzanan bir dengeyi temsil eder ve insanlığa en doğru ve en adil yolu gösterir.
Tepkiniz Nedir?






