Şener Üşümezsoy Haklı Çıkabilir mi? Bilim ve İhtimal Arasında Bir İnceleme

Jeoloji dünyasında sıkça tartışılan bir isim olan Şener Üşümezsoy'un deprem analizlerindeki özgün yaklaşımı, bilimsel çevrelerde hem merak hem de eleştiriyle karşılanıyor.

Nisan 29, 2025 - 09:12
 0
Şener Üşümezsoy Haklı Çıkabilir mi? Bilim ve İhtimal Arasında Bir İnceleme

Şener Üşümezsoy Haklı Çıkabilir mi? Bilim ve İhtimal Arasında Bir İnceleme

Jeoloji dünyasında sıkça tartışılan bir isim olan Şener Üşümezsoy'un deprem analizlerindeki özgün yaklaşımı, bilimsel çevrelerde hem merak hem de eleştiriyle karşılanıyor. Üşümezsoy'un analizlerinin odağında iki temel nokta bulunuyor: tarihi depremlerin büyüklüklerinin değerlendirilmesindeki görüş ayrılıkları ve mekanik temelli deprem tahmin metodu.

Üşümezsoy, deprem tahminlerinde fiziksel morfoloji ve fay geometrisine odaklanıyor. Fayın kırılma yönü, açısı, eğimi ve türü gibi mekanik değişkenleri temel alarak, özellikle açılı uzanan veya kırılma yönü fay segmentlerine ters olan fayların birlikte kırılmayacağını savunuyor. Sayısal modellere ve istatistiksel tetiklenme simülasyonlarına şüpheyle yaklaşan Üşümezsoy, "Simülasyonlar değil, morfoloji konuşur" diyerek dikkat çekici bir duruş sergiliyor. GPS ölçümleri, InSAR, Coulomb stresi aktarımı ve moment birikimi hesaplamaları gibi dolaylı verilerden elde edilen modellerin "soyut varsayımlara" dayandığını ve gerçek morfolojik yapıları göz ardı ettiğini iddia ediyor.

Peki, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Adalar segmentinin hala kilitli olduğunu ve Mw 7.4 büyüklüğünde bir deprem potansiyeli taşıdığını gösteren mevcut bilimsel verilere rağmen, Üşümezsoy'un "Adalar segmentinde büyük deprem olmaz" tezi gerçeklik kazanabilir mi?

Kısa Cevap: Evet, çok düşük bir olasılıkla haklı çıkabilir. Ancak bu, bilimsel verilere rağmen gerçekleşecek istisnai bir durum olur. Dolayısıyla bilimsel olarak savunulabilir olmasa da, ihtimaller dahilinde mümkün.

Uzun Cevap: Teknik Açıdan Haklı Olabileceği Senaryolar

Üşümezsoy'un tezinin teknik açıdan haklı olabileceği bazı senaryolar mevcut bilimsel verilerin sorgulanması üzerine kurulu:

  1. "Literatürde veriler hatalı yorumlanarak yayınlanmış olabilir." Mevcut bilimsel anlayış, Adalar segmentinde "creep" (sessiz kayma) olmadığı ve bu nedenle segmentin kilitli olduğu yönünde. Ancak, belki de çok yavaş bir asismik kayma (deprem üretmeyen kayma) söz konusu olabilir.

    • Olasılık: Düşük. Mevcut ölçümler creep göstermiyor. Segment, çevresindeki kara hareketlerine rağmen hala bir yay gibi geriliyor. Her yıl gerçekleşmesi gereken yaklaşık 2-2.5 cm'lik kaymanın yıllardır olmaması, yaklaşık 3 metrelik bir kayma açığı ve Mw 7.2 potansiyeli yaratıyor.
  2. "Adalar segmenti, 1894 ve 1963 depremlerinde kırılarak tüm enerjisini boşalttı." Eğer bu segment bahsedilen depremlerde kırılarak enerjisini tamamen boşalttıysa ve şu anda kilitli değilse, büyük bir deprem üretme potansiyeli tükenmiş olabilir.

    • Olasılık: Düşük. Mevcut ölçümler ciddi bir "slip deficit" (kayma açığı) gösteriyor.
  3. "Fay karakteri, gerçekte diğer jeologların kabul ettiği modelden farklı." Eğer Adalar segmenti, genel kabul gören doğrultu atımlı fay yerine normal fay karakteristiğinde ise, yük taşıma kapasitesi farklı olacaktır. Bu durumda beklenen maksimum büyüklük de daha düşük olabilir.

    • Olasılık: Orta. Yapısal jeoloji ve denizaltı haritalama verileri (Armijo ve diğerleri, 2005; Ergin ve diğerleri, 2014; Lange ve diğerleri, 2019) Marmara'nın kuzey segmentlerinin, Adalar fayı da dahil olmak üzere, baskın olarak doğrultu atımlı sağ yanal fay karakteristiğinde olduğunu gösteriyor. Fayın doğrultusu doğu-batı, hareket doğrultusu ise kuzeydoğu-güneybatı yönünde. Coulomb stres transfer modellemeleri de bu doğrultu atımlı fay kabullerine göre çalışıyor. Adalar segmentinin normal fay olması durumunda, Coulomb stresinin diğer segmentlerdeki etkisi farklı olacaktır, ancak güncel modeller bu hipotezi desteklemiyor. GPS verileri ve deniz dibi sismik gözlemlerine dayalı atım yönü (slip direction) tespitleri de iki blok arasındaki hareketin yatay olduğunu doğruluyor. Ancak, Adalar segmenti boyunca düşey bileşenli kırıkların gözlenmesi, Üşümezsoy'un bu nedenle fayın normal fay olduğunu düşünmesine yol açmış olabilir. Fakat bu düşey bileşenler, ana fayın karakterini değiştirmeyen ikincil deformasyonlar veya yerel yapısal varyasyonlar olabilir.
  4. "Stres transferi negatif çalışıyor." Diğer fay segmentlerinin kırılması, Adalar segmentindeki stresi azaltmış olabilir. Bu nadir görülen ancak teorik olarak mümkün bir senaryodur.

    • Olasılık: Çok düşük. 23 Nisan 2025 depremi sonrası Kandilli Rasathanesi'nin yayınladığı veriler, depremin doğuya doğru Coulomb stresi aktararak Adalar segmentindeki gerilimi az da olsa artırdığını gösteriyor.
  5. "Fay yüzeysel, enerji dağıtımı yaygın değil." Fayın yüzeyde kilitli olması nedeniyle "creep" göstermiyor olabilir, ancak derinlerde enerjisini sessizce boşaltıyor olabilir.

    • Olasılık: Çok düşük. Becker ve diğerleri (2023), Ergin ve diğerleri (2014) ve Lange ve diğerleri (2019) gibi güncel çalışmalar, özellikle Adalar segmenti için hem yüzeyde hem de derinlerde tam kilitli (fully locked) bir model öngörüyor. Özellikle deniz tabanı akustik ölçümleri, 3 km derinliğe kadar olan kısımda herhangi bir sürünme olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur.

Şener Hoca'nın İddiaları Epistemik Olarak İmkansız mı?

Böyle iddialı bir ifadenin, eleştirel düşünce ve bilimsel yöntemden uzak kitleler nezdinde tehlikeli bir şekilde yanlış anlaşılabileceği ve popülerleşebileceği aşikar olsa da, tamamen tarafsız ve epistemik bir bakış açısıyla tarihte azınlık görüşlerinin haklı çıktığı örnekler olduğunu kabul etmek gerekir. Wegener'in kıtaların kayması teorisi, Barry Marshall'ın ülserin Helicobacter pylori enfeksiyonundan kaynaklandığı hipotezi ve Ignaz Semmelweis'in doğum öncesi el hijyeninin önemi konusundaki zamanında kabul görmeyen önerisi gibi örnekler, hakim görüşün bazen veriyi göz ardı edebildiğini göstermiştir.

Ancak mevcut durum bu örneklerden farklıdır. Burada söz konusu olan "bilinmeyen yeni bir şeyin varlığı ve kimsenin bunu görmemesi" değil, "bilinen verilere farklı yorumlar getirilmesi"dir. Ve bilimsel yöntemin işaret ettiği yön, ne yazık ki Şener Hoca'nın tezinden yana değildir. Mevcut veriler oldukça güçlü ve çoklu yöntemlerle (GPS, InSAR, akustik sensörler, repeater'lar) desteklenmektedir. Defalarca yayınlanmış, tekrar eden ölçümlerle doğrulanmış ve alanın tarafsız ve bağımsız uzmanları tarafından ayrı ayrı incelenerek hakemli dergilerde yayınlanmıştır. Üşümezsoy'un tezinde ise tekrar hesaplanabilir ölçümlerle farklı araştırmacılar tarafından defaatle doğrulama yerine, ısrarcı olunan ilk yorum ön plandadır. Le Pichon ve Şengör'ün 1999-2003 arasında medyada yaptıkları "kıyamet kopacak!" uyarılarına karşın, Üşümezsoy'un o dönemde medyada sergilediği soğukkanlı duruş ve tarihsel (şimdilik) haklılığı da bazı kesimlerce bir tutarlılık göstergesi olarak algılanmaktadır. Ancak her iki tarafın da medya üzerinden yaptığı açıklamaların bilimsel olarak hiçbir değerinin olmadığını unutmamak gerekir. Zaten halk olarak asıl tartışmamız gereken jeologların ne düşündüğü değil, alınması gereken önlemlerdir ki bu da ayrı bir tartışma konusudur.

Sonuç

Şener Üşümezsoy, jeoloji biliminde çığır açan bir keşfe imza atmıyor olabilir, ancak buna rağmen haklı çıkması tamamen imkansız değildir. Ne var ki bu olası haklılık, bilimsel verilerin doğruluğundan ziyade doğanın öngörülemezliğine dayanacaktır. Mevcut bilimsel literatür ışığında bu ihtimalin gerçekleşmesi için tüm ölçüm sistemlerinin ciddi hatalar yapmış olması gerekir ki bu da oldukça düşük bir olasılıktır.

Bilimin temel görevi tek bir kişinin haklı çıkıp çıkmaması değil, olası riskleri en aza indirmektir. Bu nedenle Üşümezsoy'un görüşü bir alternatif olarak değerlendirilse de, hazırlıkların ve risk yönetiminin çoğunluğun kabul ettiği bilimsel görüşe göre yapılması çok daha sağduyulu ve akılcı bir yaklaşım olacaktır.

Tepkiniz Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow