‘Yaşı 50 – 70 arası olanlar mutlaka okuyun
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…
1950 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında.
HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Höllük üzerinde yatmış, şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Evde inek beslemiş, kendine okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evini de isyanla tanışmış…
İHANET VE KALLEŞLİKLE
İşkence de insanın hayvan yüzünü görmeyeni kalmamış…
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil…
Bu nesil özel bir nesil, birbirini vatan için katletmiş…
Vurmuş, vurulmuş…
Dövmüş, dövülmüş…
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış…
Düşmanında merdini aramış, buldu mu hakkını teslim edip onu da sevmiş…
Dostun namerdinden, arkadan hançerleyeninden nefret etmiş…
Birbirini yok etme pahasına ölümüne mücadele etmiş, ama neslini tüketememiş…
İntihar sayılmasın diye idam sehpalarına selam veren inançlı yiğitlerde, sırtından kurşunlanıp dostunun kucağında can veren ana kuzuları da bu nesilden çıkmış…68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
En azı simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamıştır…
Aç, açık, evsiz yurtsuz, aşsız susuz kalmış, kimseye mudara etmemiş…
Eğilmemiş, el etek öpmemiş, aç yatmış, kuyruğu dik tutmuş…
Kan kusmuş, kızılcık şerbeti içiyorum demiş…
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının…
Bu soyu tükenen son kalanlarına aşağıdaki resimlerde iyi bakın…
Bunlar kimi sokakta oyun arkadaşım, kimi ilk okul arkadaşım…
Kimisi öğretmen okulunda aşımı paylaştığım kader arkadaşım…
Kimisi üniversitede silahındaki son kalan mermiyi çatışmada kendimi korumam için benimle paylaşan dava, silah can arkadaşım…
Kimi de DÖRT duvar arasında çıkan isyanda sırtımı dayadığım cezaevi Yusufiye ,Taş medreseli arkadaşım…
Kimisi de Anadolu yollarında ömrümüzü adadığımız bir ülkü, bir ideal dava uğruna bir ömür feda ettiğimiz yol arkadaşlarım…
Bunlara iyi bakın, Sizin evinizde de bu resimdekilerden kalan varsa, bunların bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalktı…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri ezdi geçti…
Hayat bu nesli sınadı, demedi, çarkının dişlilerin den öğüttü ama tüketemedi…
Bu çarktan kurtula bilen kurtuldu…
İşte bu gün nesli tükenen çarkın dişlileri arasından yaralı kurtulan bu nesil, yaralı da sakat da olsa yine de şükretmeyi, tevekkülü, sabırlı davranmayı yasamayı hayatta kalmayı bildi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar, tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır…
Benden söylemesi…
Vesselam..’
Bu yazı Gümüşhacıköy’lü öğretmen sevgili Mevlüt Kaleli’ye ait. Muhittin Gündoğdu kardeşimizin vefat gününde Mevlüt hocamızın da rızasını alarak, hepimiz adına bedel ödemiş, inandıkları davanın dünyasını yaratma kavgası veren bir çileli nesli anlatan bu yazıyı ’30 Yıl’ Fransa’da yurdundan, ailesinden, dost ve arkadaşlarından ayrı kalarak, anne ve babasının cenazesine katılamamanın acısını yaşamış Muhittin kardeşimize ithaf ediyoruz. O ve onun nesli yani kazanılmış kimlikleri tarif etmekte onlara yakışır. Mevlüt hocam da bu tarifi layıkıyla yapmış.
Muhittin Gündoğdu kardeşimizle 1991 yılında, eczacıların turisttik bir gezisinde Paris’te Eyfel kulesinin altında buluşmuş, Eyfel kulesine çıkamamıştım ama tüm Paris’i gezdirmişti bana rahmetli Muhittin. Fransa’da sağ cenahtan iltica talebi kabul edilen tek kişiydi. Paris’te Türklerin bulunduğu mekanlara beraberce yaptığımız ziyaretlerde şunu görmüştüm; ziyaretinde bulunduğumuz her yerde Muhittin’e gösterilen saygı ve ilgiden bir hemşehrisi olarak gurur duyduğumu belirtmek isterim.
Yaşı ve sağlık durumu ne olursa olsun ölümü kimseye konduramıyorsunuz. Son olarak onunla Meral Akşener’in Amasya mitinginde görüşmüştük. Kemoterapi aldığını söylemişti. İyi görünüyordu ‘Kara haber’ tez duyuldu. Muhittin kardeşimiz acımızı ve yalnızlığımızı çoğaltarak dar-ı bekaya göç eyledi.
Evet Taşova caddelerinde yürüyen insanların sayısı azaldıkça dünyamız biraz daha ıssızlaşıyor. Cahit Sıtkı’nın söylediği gibi:
‘Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız’
Muhittin kardeşimize Rahmet diliyorum. Ailesinin, sevenlerinin başı sağolsun, Mekanı cennet olsun…
Taşova’da, sanırım başından geçen makus olay nedeniyle olacak sohbet ortamlarında kendisinden sıkça bahsedilirdi adını bu vesileyle duymuştum. Görevimin son yıllarında Taşova’ya dönüş yaptığı için kendisiyle tanışmıştım birçok kez sohbetinde bulundum. Feleğin çemberinden geçmiş olduğu her halinden belli olan ama bir o kadar da mütevazi bir insandı. Daha çok Dene Pazarındaki çay ocaklarında bazen de başka mekânlarda birçok kez birlikte sohbet yaptık, hatırlayabildiğim kadarıyla yanında genelde Gönül ağabey ve Ahmet Günaydın olurdu. En son üç yıl kadar önce Ankara’da Gönül ağabeyle buluşup Meclis Lokantasına gitmiştik, buluştuğumuz grubun içinde merhum Muhittin ağabey de vardı yine sohbet ettik bu son görüşüm oldu. Vefatını duyunca çok üzüldüm Allah rahmet eylesin ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.