Peygamber Efendimiz (asm); “Nergis çiçeğini koklayınız; o sizi delilikten, barastan ve cüzzamdan korur” buyurmuşlardır. Bugün de erken bunamaya karşı nergis soğanından ilâç yapma çaba ve araştırmaları devam etmektedir.
Bu çiçeğin bir de efsanesi vardır. Mitolojiye göre sudaki kendi görüntüsüne âşık olup ona sarılmak için suya atlayan ve boğulan Narkissos’un öldüğü yerden nergisler bitmiştir. Efsane orada kalmaz, gele gele bir hastalığa da adını verir. Kişinin sadece kendine hayranlık duymasına, bunu aşırıya vardırmasına “Narsisizm” adını yakıştırmış psikiyatristler..
Efsane de olsa, insanoğlunun bir yönüyle bağdaşıyor. Zahirperestlik, zahire meftûniyet, eşyanın dış görünüşüne aldanmak gibi..
Halbuki dış görünüş ne ki… Eşyanın sudaki yansıması gibi birşey… Asıl içini, iç yüzünü keşfedebilmeli insan. Onu da ancak hakikî bir dost aynasında görebilir. Yani, Yunus’un dediği gibi, “Bir ben vardır bende, benden içerü”.
***
Kendi kendine âşık olma olayı, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde de işlenir. Ayrıca nergisin, divan edebiyatında “mest, mağrur, hayran“ gibi sıfatlarla anılması da çiçeğin bu efsanevî yönüyle ilgili olsa gerektir. Divan şairi Bakî, “Kanunî mersiyesi“nde bu efsaneye şöyle bir gönderme yapar:
“Gül hasretinle yollara tutsun kulağını,
Nergis gibi kıyamete kadar çeksin intizar.“
Farsçadan dilimize geçen “nergis,“ efsanenin de ötesinde bir mevkiye sahibiyetle, hatun kişilere isim olarak nesilden nesile intikal etmiştir. Ekseriyetle de “Nergis“ yerine “Nergiz“ tercih edilmiştir, şivenin keyfine ya da nüfus kaydının azizliğine yenik düşerek..
***
Bizim Nergiz’imiz de ölüme koştu, ama Yunan mitolojisindeki Narkissos gibi kendi iradesiyle değil. Vade tamam olunca, emr-i Hak vaki olunca, görünmez bir ummana daldı, sudaki görüntüsü ise bu tarafta kaldı. Hepimiz gibi o da doğarken, fenaya, külfete, meşakkate adım attığını bilemeden büyüdü, gelişti, yaşlandı, sararıp soldu ve nihayet bir görüntüden ibaret olan bu âlemden hakikî âleme intikal etti. Şimdi onun kabrine bakarken, âdeta merhum Yahya Kemal kesiliyorum:
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.