Bizler birey olarak ''sabır'' ve ''şükür'' kelimelerini şahsi amaçlarımız için özgürce kullanmaktayız. Yaradan’ın bize verdiği nimetlere teşekkür ederken ''şükür'', ertelediklerine karşı da ''sabır'' dileriz. Bu tercih birey için özeldir, ancak "biz" dediğimizde, bireysellikten çıkıp genel olanın tercihine katılırız.
Ancak, üzerimize serpilen derin mevzulara gelince...
Siyasilerimiz, konuşmalarına kendilerine avantaj sağlayacak durumlarda "ben" diyerek başlarlar, ancak kendileri açısından sakıncalı olan durumlarda ise "toplum olarak" ifadesini kullanırlar. Bu terimler, genellikle yönetim alanında her seviyede sıklıkla kullanılır.
Yöneticilerimiz, topluma sabırlı olmayı tavsiye ederken; toplum acaba neden aynı anlayışı ve tavsiyeyi yöneticilere göstermez veya gösteremez? Yada durumun tersi bu anlayışlı ve saygın duruş, neden yöneticilerimiz tarafından topluma karşı sergilenemez veya sergilenmez?
İşte bu çelişkiyi çözdüğümüzde, ülke ve toplum için en büyük sorunların çözüleceği bir noktaya varmış oluruz. Bunu güç zehirlenmesi veya kibir olarak adlandırabilirsiniz, lakin yöneticilerimiz bu gerçeklerin toplumun aleyhine gelişmesine izin vermemelidir.
Bizler birey olarak doğruyu yaparken, toplum olarak genellikle işin kolay ve yanlış tarafına odaklanırız. Kişisel düşüncelerimizi toplumsal düşüncelerle birleştirip, Yunus Emre ve Mevlana'nın felsefesini her iki durumda da hayatımıza uygularsak, "ne senin ki benden kara, ne de benimki senden üstün" sonucuna ulaşırız. Ruh ve beden birlikteliği tarzı uyum toplumsal yaşamımızda da karşımıza çıkacaktır.
İşte bu nedenle, ülkemizde yaşanan ekonomik ve ahlaki çöküntünün nedenlerini hep garibanlara ve eğitim almamış insanlara yüklüyoruz. Ekonomik krizlerde, özel harcamaları ve israfı kesmek yerine, toplumun en fakir kesimlerinden sabır ve sağduyu bekleriz. Ahlaki çöküntülerin önlenmesinde topluma manevi değerler aşılamayı önerenleri de gerici yobazlar olarak yaftalarız. Ancak bunları yaparken sistemsel ve doğru bir analiz yapmıyoruz. İsraf ve şatafatla yaşayanların hayatları daha fazla israf ve şatafata dönüşürken, gariban ve yoksul kesim daha da yoksullaşıyor. Ne yazık ki, bu durumlara hem siyasiler, hem iş dünyası, hem ekonomistler, hem de eğitimciler ön ayak olmaktadırlar.
Eğer bu yanlışlar doğru değerlerle değiştirilmezse; ne doğru bir ekonomi, ne doğru bir eğitim ne de doğru bir yaşam ortaya çıkarabiliriz. Yalanlar ve masallar dünyasında ya kahramanlık, ya figüranlık ya da hiçbir alanda söz sahibi olamayan bir yer edinmeye mahkum oluruz. İşte bu iki kelimeyi doğru sorgulayabilme yeteneğine sahip olursak, hayatı ve kendimizi daha iyi anlayabileceğiz.