İşte Hamdi ÜLKER'in Amasya gezisi sonrası kaleme aldığı bir şehir hakkındaki içten gelen duyguları...
Sarp dağların arasında, Yeşilırmak’ın süslediği kadim bir şehir Amasya…
Geçmiş bütün zamanlara ait izler taşıyor oluşu, insanoğlunun bu kenti hiçbir zaman terk etmediği manasına gelmektedir. Tarihi, talihi olmuş bir kent…
Yeşilırmak kenarındaki tarihi mekânlar, ahşap Amasya evleri, her adımda karşınıza çıkan camiler tarih boyunca yaşamış her milletin yanı sıra bu şehre asıl damgasını vuranın Türk- İslam medeniyeti olduğunun vesikalarıdır.
Tarihi bedestendeki, şehri ve geçmişi ile mutlu bir beyefendinin bir şeyler satmayı bırakıp sizlere etraftaki değerleri anlatıyor oluşu ise işin bir başka boyutudur. Bedestenin batı kapısından çıkıp yüzünü kuzey yöne doğru dönüyor ve bir dağı tepeden tırnağa çok kısa bir süre içerisinde tarif ediyor. Kale, Kral kaya mezarları, Selçuklu, Osmanlı yapıları ve Cumhuriyetin ilk yıllarını bütün ayrıntıları ile sergileyen Amasya evleri…
Birkaç dakikalığına tanıdığınız bir insan sizlere birkaç ay içerisinde dikilmiş gökdelenleri değil, binlerce yıllık insanlık ve medeniyet tarihini özetliyordu…
Belki bütün bunlar birer uzmanlık alanıydı. Bizler bir şehirdeki insanlardan çok mekânlara takılıp kalmışsak bu da gösteriyordu ki tarihin en başından günümüze kadar bu şehre emek harcayan herkes işini çok iyi yapmış ve uzmanlık alanlarının gereklerini ziyadesiyle yerine getirmişlerdir.
Hani şair diyor ya; “aşk deyince kalem elden düşüyor.” Evet kalemi elden düşürecek bir mekân da yakın zamanlarda inşa edilmiş Ferhat ile Şirin Âşıklar Müzesi’dir. Daha kapıdan içeriye girer girmez tasarımcılardan tutun da bu mekâna emeği geçen herkese gülümsüyor, yüreğinizin en ayrıntılı köşelerinden söküp çıkardığınız muhabbet dolu duygularla müteşekkir oluyorsunuz.
Belki de o zamana kadar Ferhat’ı; dağları delen bir deli, ya da aptal bir âşık olarak yâd etmiştiniz. Lakin o andan itibaren Anadolu’nun tarihe mal olmuş birçok aşkını gelecek nesillerin dimağlarına nakış nakış işleyen bir nakkaş yahut bütün âşıkların piri olarak görüyorsunuz. Giriş kısmındaki duvarda yakın tarihimizin unutulmaz aşk şairi Cemal Safi’ye ait o dizeler sizi bütün ihtişamı ile karşılıyor.
“Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim…”
Dudaklarınızda bu şiir, mısra mısra terennüm ederken sizler bir solukta Ferhat’ı, Şirin’i, Leyla’yı, Mecnun’u ve hatta Yunus’u, Âşık Veysel’i tanıyor onlardan bugünlere ve gelecek bütün zamanlara miras kalacak aşklarını yüreğinizin ve ruhunuzun derinliklerinde yaşıyorsunuz.
Ve sonra çıkış kısmındaki deftere yüreğinizden kopan birkaç cümle karalayıp gülümseyen yüzlerle mekândan ayrılıyorsunuz.
Kısa süren bir Amasya ziyaretinden geriye hafızanıza yüklediğiniz binlerce hikâye kalıyor. Dönüp geriye baktığınızda ise; “iyi ki Anadolu var yoksa biz ne konuşur, neyi yazardık…” diyerek bu kadim kentten ayrılıyorsunuz…