Acaba ! diye düşünebilmek...
Mümkün mü ? diyebilmek !
Aslında çözüme problemin sonundan başlamak gibi bir şey. Sonrası durum değerlendirmesi ile sağlamasını yapabilmek. Her ne yandan bakarsan bak bir sabır yumağından çıkacak örgünün ürünü ile karşılaşacaksın.
Gelelim bugün gelinen duruma..
Efendim senaryolar, hikayeler, romanlar velhasılı kerim yazılan bazı çağa ayak uydurmuş metal kurgular. Hepsi son 30 yıldır bizleri beyin açısından yoran düşünce anaforları. Bu düşünceler içerisinde iki ileri bir geri düşünen olsa da, hep daima ileri düşünenlerde olmuştur. Bazı durumları hasır altı edenler olsa da asırlar yıprandığında o durumlarda alenen sırıtmaya başladı. Sonrası taşikardi misali kalbi rahatsızlıklarımız alenen seyretmeye başladı.
İşte çağın acımasız ''tek dişi kalmış canavar'' insan unsurunda var olan sabrı taşımadığından, aceleci tavır ve davranışları kendini ele vermesini geciktirmedi. Bizler bu oyunların çeşitli levellerini canlı canlı izledik, hatta izlemeye mahkum edildik. 12 eylülleri, 11 Eylülleri, Ortadoğu senaryoları ve 15 Temmuzlarıyla bu seramoni aralıksız devam etti. Özel yetiştirilen terör uzmanları ekranlarda bu olayları senaryoları yazanların öngörüleriyle halka arz-ı endam ettiler.
Uzak değil yakın zaman dizi ve filmlerine baktığımızda bu durumlara hiç de uzak olmadığımızı gözlerinizle görüp aklınızla onaylayabilirsiniz. Bu filmleri buradan tek tek hatırlatmaya gerek yok sanırım.
Yıllar öncesi güzelliği bulunmayan bir yarışmacıyla, dünya güzeli seçilen bir türk kadını ile ne kadar çirkin bir iş yaptığımızı yıllar sonra anladık. Şükür ki bunu anlayan ve anlamaya çalışan insanlarımız vardı. Kimileri bunu bile algı operasyonları ile farklı noktalara çekmeye çalıştılar. Ama var olan gerçek yanlış düşünmeye çalışan beyinlerce asla yok olamazdı. Yıllar sonra bu doğruyu dile getirenler de o güzellik derecesini verenlerce dile getirilimişti.
Hep böyle kısır döngüler içerisinde doğru yanlışlar arasında dönüp dolaşıyoruz. Dönüp dolaşıyoruz da neden acaba hiç ders çıkarmaya çalışmıyoruz. Yada neden ders çıkarnları iki kaşık suda boğmaya kalkıyoruz.
Ankara'ya gittiğiniz TBMM'nin önünden bir geçin...
Baktığınızda Türkiye'nin hizmeti için millet tarafından seçilenlerin ortak çalışma yaptıkları bir bina olarak görünüyor. Lakin içerde ortak çalışma haricinde her tür çirkefliğin yapıldığı bir dedikodu merkezi gibi lanse ediliyor. Sebebi nedir ? diye hiç düşündünüz mü !!!
Aynı durum bir gazete dükkanına geldiğimizde karşımıza çıkıyor. Tüm gazeteler bu millet için haber merkezi görünümünde. Lakin eline aldığında toplumda dinamit etkisi oluşturacak satırlarla dolu. Neden hiçbirinde yürekten yazılan bir güzel yazı bulamıyoruz. Neden bir şairin iç dünyasındaki mısraları o satırlarda göremiyoruz.
Radyo ve tv programlarına bir bakın, eskiden bir erkek ile bir kadının öpüşme sahnesi bile ekranlarda gösterildiğinde büyük tepki toplarken, bugün yatak sahneleri bile bizleri rahatsız etmiyor.
Acaba hiç düşündünüz mü, teknoloji arttıkça, geliştikçe bizden ve özümüzden alıp götürdükleri hesap ediliyor mu ? Biz akılsız ticaret yapan esnaf gibi sattığımız her üründen gelen kazancı kar zannedip gündelik hayatımızda kullanıyoruz. Zaman geçip sıkıntıya düştüğümüzde cebimizdeki deliği fark ediyoruz. Artık iş işten geçmiş oluyor. Satılan ürün ile onun maliyet ve kar yüzdesine bakmadan yürüdüğün ticari yol seni elbette dönüşü olmayan çukura götürecektir.
Durum ortada, hoşumuza giden her durumu alkışladık, yasakları kaldıranları gözlerimizde büyüttük, demokrasi adına yol alanları kuralsızca takip ettik ve sonunda kuralsız ve zayıf kaldık. Ne demokrasi bizleri bu zayıflıktan kurtarabildi, ne de kuralsızlık. Halbuki demokrasi ve kural özünde ne büyük bir nimettir bilemedik. Hunharca harcadık…
Şimdilerde büyük bir salgın ve kaosun ortasındayız. Debelenip duruyoruz. Halbuki kurtuluş ve düze çıkma bize o kadar yakın ki, onu bile göremiyor hissedemiyoruz.