Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, hayatını ülkesine adadı. Bağımsız ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti için gece gündüz çalıştı… 1938 başında karaciğer hastalığı teşhisi konulduğunda, doktorlar istirahat etmesini söylese de o, vatanı ve milleti için çalışmaya bir dakika bile ara vermedi. Rahatsızlığını, ağrılarını umursamadan, dil ve tarih çalışmaları yaptı. Hatay sorununun çözümü için uğraştı. Falih Rıfkı Atay, zorlu geçen o günler için “Atatürk, bizim elimizden, yirminci asrın en büyük milli kahramanı milletin elinden, bir büyük deha insanlığın elinden gidiyordu…” diyordu. Arzusu, Cumhuriyet'in ilanının 15. yılında Ankara'da milletinin yanında olmaktı. “Ankara'ya gideyim, ne olacaksam orada olayım” diyordu… Ancak mümkün olmadı. 29 Ekim günü, Dolmabahçe Sarayı'nda, yanındakilere, “Ah, Ankara'ya gidemedik…” diye yakınıyordu. Son 10 günde hastalığı çok ağır seyretti. Genellikle kendinde değildi. Süt, pirinç suyu ve meyve sularından oluşan menüden yemeye çalışıyordu. Atatürk çok ağır bir nöbet geçirdi. Bir ara gözlerini açtı, “Aleykümselam” dedi. Bu, son sözleri oldu. Herkes Atatürk'ün yanındaydı… Çaresizlik ve üzüntü içinde bekliyorlardı. Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali'ye şöyle dedi: “Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor.” Atatürk yanındakilere son kez o güzel mavi gözleriyle baktı. Herkes ağlıyordu. Başını yana çevirdi, gözleri kapandı. Son nöbet defterine şu satırlar yazıldı: “Saat 09.05'te vefat etmiştir.” O gözlerini hayata kapadığında, tüm ülkede matem vardı. Tek duyulan, Ata'sına sevgiyle bağlı bir ulusun gözyaşlarına karışan hıçkırık sesleriydi. Bizlere emanet ettiği bağımsız ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nde, fikirleri, devrimleri ve aziz hatırasıyla hâlâ yaşıyor ve sonsuza dek yaşayacak. Atatürk'ün cenazesi Dolmabahçe'de halkın ziyaretine açıldı. Kadınlar, erkekler, çocuklar, Ata'sına son görevini yapmak için Dolmabahçe'ye koştu. İstanbullular ve çevre illerden gelenler 9 gün 9 gece Atatürk için ağladı. 19 Kasım'da Dolmabahçe'de Atatürk için cenaze namazı kılındı. Daha sonra defnedilmek üzere Ankara'ya uğurlandı.Atatürk'ün naaşı Dolmabahçe'den Sarayburnu'na getirildi. Yollar, pencereler, çatılar, hıncahınç doluydu. Atatürk'ün naaşı, Yavuz Zırhlısı'na bindirildi. Boğazın iki yakası insan seliydi. 101 pare top atıldı. Yabancı gemiler resmi geçit düzenledi. Hem Türk Milleti hem dünya Atatürk'e veda ediyordu.
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur.
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.
Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!
Ulu Önder'in naaşı önce İzmit'e oradan da Ankara'ya uğurlandı. 21 Kasım'da, Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabre konuldu. Hayatını milletine adayan Atatürk'e veda eden milyonların, kalbinde sonsuz acı, gözünde dinmeyen yaş, dilinde aynı söz vardı: “Emanetine sahip çıkacağız.”
Bugün Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 83. yılı. Kalplerdeki acı hâlâ ilk günkü gibi taze… Gözler hâlâ yaşlı. Bir millet, bugün dinmeyen özlemle ve artan sevgiyle Anıtkabir'de Ata'sını anacak. 83 yıl önce verdiği sözü tekrarlayacak: “Emanetine sahip çıkacağız.”