banner45

KEŞKE KÜFESİ

1992 de İstanbul Hukuk’ta ilk Anayasa dersinde Prof.Dr.Erdoğan Teziç büyük anfide döne döne Parlamenter sistem ile Başkanlık sistemini anlatırken Lise alışkanlığı ile kitabın girişini açmış öylece beklemiştim. Ders bitince kitabı karıştırdım. Ve bu konuyu kitabın en sonunda buldum. O zaman anladım ki üniversideyim artık. Ki burada hocalar,kitabı tersinden okutur.  

Hukukçu’nun romantik olanı da hiç çekilmiyor nedense,ona yakıştırılmıyor da. Liseyi bitirip Fakülteye girdiğinden itibaren birdenbire hayatın içine düştüğünü hissedersin. Belki de akranlarına göre erken çekilirsin hayatın içine. Erken olgunlaşırsın. Önce dertleri öğretirler,derdin temellerini verirler. Sonra mesleğe geçince dert satın alırsın. Derslerin içine girince birden sorunlar yumağının içinde kalırsın. Egeye hiç gitmeden kıta sahanlığı,hiç çek yaprağı görmeden çek hukukunu okursun. İşin tuhafı kambiyo hukuku okurken de çeki,bonoya iişkin maddeleri hayat boyu görmeyeceğin poliçe üzerinden okuturlar ki hala poliçe kambiyosunu sorun yansımış değil bana. Ceza,Medeni vs usul derslerine boğulur gidersin.

Üç ders ise ihmale uğramıştır farketmezsin o anda.  Hukuk Felsefesi,Hukuk Dili ve İktisat.

Hukuk Felsefesi,Türk dili  ve iktisat bu derslerini, askerde teskere kartından hafta sonları ve bayramları çizip çıkardığımız gibi çıkarmışız, sorun olamayacak dersler grubuna yazmışızdır bile. Kanunlar değişmez olmadığını  ve hukukun temel kavramlarını ve Hukuk’un özünü ancak Hukuk felsefesi okuyarak anlayabilirmişiz. Hukukun felsefesini anlamadan Hukuk üretmek ve Hukuk pazarlamak da mesafe alamayacağımızı ancak yaşayarak öğrenebilirmişiz.  Hukukçu olmak veya Hukuk teknisyeni kalmak arasındaki düğümü ancak Hukuk’un felsefesi ve sosyolojisini  anlayarak çözebiliceğini anladığında geç kalınmış olabiliyor.  Bu hususta Prof.Dr.Vecdi  Aral’a da derslerini aksattığımız için   gecikmeli bir özür borçluyuz sanırım. Ceza Genel dersinde Prof.Dr.Çetin Özek hoca, Norm kavramını saatlerce neden anlatırdı? Normun maddi ve manevi  yanı neydi?! Neden bu şekilde didik didik edilirdi. Ya da Kedicik babası Prof.Dr.İsmet Sungurbey neden ‘Muz kabuğu ve Muşamba topu kararlarına’ bu kadar takmıştı? Prof.Dr.İl Han Özay hoca idare hukuku kitabında  neden Günışığında Yönetim ismini tercih etmişti? Bu kavramların, aslında teknisyenlikten uzaklaşmanın,sıradanlıktan  ayrılmanın ve bir Hukukçu gibi düşünmenin şifreleri olduğunu anlamak için  biraz yaş almamız gerekliymiş.

Edebiyat mı okumaya geldik! derdi bazı arkadaşımız,edebiyat dergilerine ve şiir akşamlarına koşarak gittiğimizde. Ki 90 larda şiirin akşamları düzenlenir ve insanlar hınca hınç doldururlardı salonları. Bayezıt meydanından aşağı salınıp  Beyaz Saray kitapçısına girdiğinde yeni çıkan dergi ve kitaplara kolayca ulaşabirdin. Öğrencilik işte alamasan da biraz kitap ve dergi mıncıklamak iyi gelirdi insana. Sonra  pahalı bunlar,burslarla ayı zor çıkartıyoruz,bizi yine yan taraftaki Millet kütüphanesi deyip biraz huzur biraz hüzünle çıkardık oradan. Kütüphaneden içeri girince derin bir sessizliğe dalıp dünyadan uzaklaşırsın önce. Ve  sonra ver elini Raskolnikov’lu Suç ve Ceza’dan zamanın Rusya’sında turlamaya  ya da Balzac’ın Paristeki fakirhanesine konuk olmaya. Ne çok kitap var okunacak ve ne çok konuk olunacak mekanlar. Her kitap bir kültürü anlamak için kendini açar ada açar. Ne kadar cesaretin varsa ilerlersin oradan. Bazen yazarın hayal dünyasında gezersin bazen de tarihten yaprakları sayarsın.  Ama en sevdiğim köşelerden biri de biyografi köşesi. Bir kitapla yaşanmış bir ömrü damıtarak alırsın tecrübeyi.  Kütüphane dışında  mecburi ders kitabının yanında el altında bir kitap takip etmiyorsan, bil ki yine ziyandasın. Peki ne alakası var,neye faydası olacak bu kitapların? Bunun için de zaman lazım.  Bu okumalar içinde fakülte de Türk Hukuk sözlüğü diye önüne konan kitap, tabii ki çok sığ kalıyorsa dersine de itibar etmeme ihtimalin artıyor doğal olarak.  Bu kadar basitleştirilmiş bir dilden büyük Hukuk tefekkürü çıkar hiç? Çıkmaz deyip geçiyorsun. Zaten ciddiye alınacak bir hali de yoktu ki dersin. Türk dilini bu kadar sığlaştırırsan bırak öncesini son asırdaki karar ve kitaplara dahi Fransız kalman kaçınılmaz. Mürafaa,mübaşir,kazai rüşt,ilam vs. denince sözlük karıştıran hukukçular mı!? Bu bir kabus olmalı. Bu kadar sığ bir hukuk sözlüğü önüne konunca geçer not al, geç diye düşünüyor ve öyle yapıyorsun. Neyseki Türk dilinin ve Hukuk dilinin kullanımını gittiğin kütüphanelerdeki ders dışı kitap ve  dergilerde ve diğer derslerin kullandığı akademik ve satır aralarında ve verilen yargı kararlarında buluyorsun.  Peki üniversiteye girişte sınavlardaki uzun parağraflarını çözdün veya klasik isimlerini eser adlarıyla eşleştirdin  de herşey bitti mi?  Peki neden mesela Tolstoy kitaplarının tamamını okuyup Rusya ve Tolstoy mevzuu geldiğin de  sazı eline alıp bir Tolstoy uzmanı olarak taşı gediğine koymadın diye sorup dururum kendime.  Belki de bu yüzden biraz anlaşılabilmek sosyalleşe bilmek ve dilimizi ve derdimizi anlatabilmek için fakülte yıllarında  çıkardığımız ve büyük coşkuyla  anfilerde öğrenci arkadaşlarımıza dağıttığımız Hukuk Bültenini ara sıra çıkarır yeniden okur yadederim geçmişi. Bu tür çalışmalara da çok saygı duyar,sempati beslerim bu nedenle. Hülasa  tam ve anlaşılabilir olmanın ve rahat bir sunum yapmanın veya mesleğe atıldığında müvekkilinle yapacağın görüşmenin ve yazacağın dilekçelerin seviyesini de  ancak okuduğun edebi eserlerin belirleyeceğini  de  anlamak için de biraz yaş almak gerekiyormuş. Ve hatta eline Mecelle tutuşturduğum kendime mutlaka Osmanlıca öğren dedimdi  kendime. Kekeleyerek zorla okuyabiliyoruz  maalesef dedemizden kalan kitapları. Dedesine yabancı bir nesil… Dil mevzubahis olunca, Hukukçunun  en az bir yabancı dili bilmesi gerektiği klişesini de tekrar da fayda görüyorum. Bir çok alana göre aslında mesleki olarak  bir yabancı dili bilmeden dahi mesleği icra edildiğini  görmemiz ve bilmemize rağmen bu gerçek değişmiyor. Mesleki olarak kullanabileceğiniz gibi artık ülkeler arasının çok kolay geçilebildiği  ve iletişim araçlarının çoğaldığı böyle bir dönemde en az bir yabancı dil sizi dünya vatandaşlığına taşıyabilir. Sıınavlar da iyi bir not almak üzerine kurgulanmış yabancı dil öğreniminden de çok çektik maalesef.  En basitinden yurtdışına çıktığımızda iletişim için veya daha derin anlamda Batı’nın rönasansın temelinde yani bilimin aks değiştirmesinin altında tercümelerin ve tabi ki dilin olduğunun bilincin de olarak,Hukuk üreten  medeniyeti ihya etmenin yollarından birinin  de  Batı dillerini öğrenmek ve  Batı kültürünü tanımaktan geçtiğini anlamak ve bunun üzerine tefekkür etmek mecburiyeti hissetmemiz gerektiği de  aşikar. Velhasıl, edebiyet,dil ve hukuk mündemiç olmalı demek isteriz. Nitekim hayatta aşk da  var. Fakat hiçbirimiz Medeni Hukuk kitabını vermiyor sevdiğine. Bu hassas konuyu da şairlerin eserlerinden  yardım alarak hellediyoruz.  Mesela  Mona Roza’dan..

İktisat dersini de es geçtik Fakültede. Herşeyi  para merkezli kurulmuş dünyada iktisat dersi de geçer not alınacak olarak koyulmuştu müfredata.  İktisat,aslında dünyadaki dengeleri bilmek ve uygulamak için elzemmiş. Hukukun tam da ekonominin merkezin de olduğunu ,Hukukun olmadığı yerde ekonominin de kötü gittiğini,paranın öngörülebilir ve tahmin edilebilir bir Hukuk sistemini sevdiğini ve oralara aktığını da anlamak  için de gerekliymiş. Deneme yanılmayla öğrendik bu dersi de. Demem o ki,bilene iktisat çok şey anlatır,yol açar, yol aydınlatır.  Ve hatta daha ilerisi iktisat, kısa dünya hayatı için ebedi ahiret yurdunu es geçmemeyi ve bir mizanı tutturmayı da kapsar kuşkusuz.  Belki de biz avukatlar biraz da iktisat eksiğimizden iyi tacirler olamıyor,ticarette tutuk davranıyoruz. Ve hatta vekaletimizin hakkını almakta  dahi zorlanıyoruz kimi zaman. Belki de iktisat bilmediğimizdendir. Kim bilir!

Hukukçunun bütün dersleri muhakkak ki mühim ve elzemdir. Usülsüz vusül olmaz. Usül derslerini bilmeden mesleği tatbik edebilme ihtimali de yok tabii ki. Usül bilginiz   sizi avukat,hakim ve savcı yapar. Fakat Hukuk  felsefesi,Dil ve iktisat kültürü  sizi  Hukuk’çu yapar..

Devrik cümlelerle  devrialem yaptık şuracıkta,

Hayata dair pişmanlıkla örülü  keşke küfesi sırtımızda,

Karadenize düştü yolum,

Bir taş alıp fırlattım denize.

Sonra ‘bak gör’ dedim kendime:

Neylersin ki,taş da bata çıka  eriyor vuslata!…

                                                                                                              Muhabbetle..

                                                                                                              www.alimetin.av.tr

(Trabzon Hukuk Fak.Bedaat dergisi(2.Baskı-2021)  yayınlanmıştır.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Yusuf
Yusuf - 3 yıl Önce

Ne güzel de betimlenmiş akıcı bir anlatım.
Hayatta ne iş yaparsak yapalım özünde felsefesini ve ruhunu anlamamız gerekiyor.
Aksi takdirde ne kadar da robotik,mekanikleşiyor yaptığımız işler