banner45

‘Darbe Hasarı’ Başlıklı Konferans Düzenlendi

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü etkinlikleri kapsamında üniversitemiz çatısı altında ‘Darbe Hasarı’ başlıklı bir konferans düzenlendi.

‘Darbe Hasarı’ Başlıklı Konferans Düzenlendi

Samsun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Aydın’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans üniversitemiz Milli Hakimiyet Yerleşkesi Kongre ve Kültür Merkezinde gerçekleştirildi. Programa Vali Dr. Osman Varol, Garnizon Komutan Vekili Albay Fatih Akbulut, Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Süleyman Elmacı, AA Samsun Bölge Müdürü İsa Sansar, kamu kurum kuruluş ve sivil toplum örgütü temsilcileri, personelimiz ve vatandaşlar katıldı.

Konferans 15 Temmuz şehitleri ve tüm şehitlerimiz adına saygı duruşu ve İstiklal Marşımızın okunması ve günün anlam ve önemini belirten sinevizyon gösterisinin ardından başladı. Programın açılış konuşmalarını Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Süleyman Elmacı ile İlimiz Valisi Dr. Osman Varol yaptı.

Vatandaşlarımızın 15 Temmuz Demokrasi ve milli Birlik Günü’nü kutlayarak konuşmasına başlayan Rektörümüz Prof. Dr. Elmacı; ‘’Milletlerin tarihinde adı altın harflerle kazınması gereken günler, zamanlar bulunmaktadır. Bu tür zamanlar bakımından belki de tarihi en zengin olan milletlerden biriyiz. Tarihe adımızı altın harflerle yazdırırken aynı zamanda da çok farklı nedenlere bağlı olarak önemli problemlerle karşı karşıya kalmış bir milletin evlatları olarak bu topraklarda varlığımızı ilelebet sürdüreceğiz. 15 Temmuz 2016 yılında yaşanmış bulunan büyük ihanetin üçüncü yıl dönümünde bu ihanetin memleketimizde nelere mal olduğunu, neleri götürdüğünü anlatması açısından bu tür konferansların önemli olduğunu düşünüyorum.’’ dedi.

Amasya Valisi Dr. Osman Varol ise yaptığı konuşmada 15 Temmuz’da yaşanan acıları milletçe unutmak istediklerini ama manasını ilelebet yaşatacaklarını kaydetti.

Vali Varol konuşmasını şöyle sürdürdü:

’’15 Temmuz 2016’da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde ve önderliğinde milletimizin gücüyle tarihimizin en büyük ihanetinin atlattık. O akşam o fırtınayı atlatmak ancak milli birlik ve beraberlikle mümkündü. Türkiye’nin her tarafında her türlü görüşten insanlarımız bir araya gelip bu ülkenin kendilerinin olduğunu, hiçbir şekilde kendi iradeleri dışında bir planı, programı, tasarıyı kabul etmeyeceklerini, herhangi bir büyük planın parçası olmayacaklarını ve bu milletin bu toprakların asıl sahibi ve egemeni olduğunu dünyaya haykırdılar. 

15 Temmuz ihanet girişimi ders alınması gereken çok vahim bir olaydır.  Bizim milletimiz çok büyük. Bu topraklarda yaşamak her millete nasip olmaz. Böyle zor topraklarda da zaten her millet bu kadar uzun süren hayatını sürdüremezdi, idame ettiremezdi. Sürekli olarak bunun bedelini ödedik, ödüyoruz. Milletimiz ferasetini korudukça, birlik, beraberliğini muhafaza ettikçe, sahip olduğu değerleri, inancının ne olduğunu, töresinin, tarihinin, ecdadının ne kimler olduğunu bildikçe, bunu hatırladıkça bunu çocuklarımıza, torunlarımıza unutturmadığımız sürece üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir zorluk olmadığını düşünüyorum. Bu duygu ve düşüncelerle 15 Temmuz şehitlerimizi, Millî Mücadele’nin içerisinde yer almış tüm şehitlerimizi, terörle mücadele ve diğer operasyonlarda vatanın birliği, bütünlüğü, milleti için canını vermiş tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyorum. Gazilerimize hayata olanlara sağlık, sıhhat diliyorum.”

Açılış konuşmalarının ardından konferansını veren Prof. Dr. Mahmut Aydın; sunumuna darbenin tarifini yaparak başladı.

Darbeyi halkın iradesiyle iş başına gelmiş yönetimi zor ve silah kullanarak devirme girişimi olarak özetleyen Prof. Dr. Aydın; devlet kültürümüzde önemli bir darbe geleneği olduğunu ifade ederek ‘’1950’li yılların sonlarından 2016 yılına kadar neredeyse her beş-altı senede bir yeni bir darbe veya kalkışma hadisesine şahit olunması devlet kültürümüzde darbe geleneğinin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.’’ dedi.

Darbe geleneğinin Osmanlı’dan miras kaldığını söyleyen Aydın; otuz altı Osmanlı padişahının darbe ya da isyan sonucu tahttan indirildiğini kaydetti.

Konuşmasının devamında 15 Temmuz FETÖ/PDY hain darbe girişimini anlatan Aydın bu girişimle darbe analizlerine din-cemaat-siyaset boyutunun da eklendiğini kaydetti.

Prof. Dr. Aydın 15 Temmuz’a gelen süreci şöyle özetledi:

‘’1970’li yılların başından itibaren son derece sinsi, takıyyeci ve ikiyüzlü bir stratejiyle başta askeriye, emniyet ve yargı olmak üzere devletin tüm kritik kurumlarına “paralel devlet yapılanması” mantığıyla sızmayı başardıktan ve kilit konumları bir bir ele geçirdikten sonra devleti tamamen teslim olmak için 17-25 Aralık 2013’de yargı kalkışmasıyla başaramadığı süreci 15 Temmuz 2016 akşamı kalkıştığı askeri darbe teşebbüsüyle neticelendirmeye çalışan FETÖ’nün günah galerisi din, millet ve devlet üçgeninde çok büyük hasarlara yol açmıştır.

15 Temmuz’da, Türkiye siyasi tarihinin en ağır saldırısı yaşandı. Tarih yapıcı milletimiz, Anadolu’daki bin yılı boyunca hiç tanık olmadığı, en alçak ihanet girişimi ile karşı karşıya kaldı. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üzerinden ülkemize açık bir saldırı yapıldı. Elli yıl boyunca Batılı istihbarat teşkilatları tarafından devlet içine yerleştirilen bir terör örgütü, Müslüman coğrafyanın imamesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni rehin almaya ve lideri Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Saddam Hüseyin ve Kaddafi gibi halkının gözünde itibarsızlaştırarak ortadan kaldırmaya kalkıştı.

FETÖ Lideri Gülen’in 1970’lerde bir cami köşesinde Said Nursi ve Risale-i Nurdan aldığı destekle “iman kurtarma” ve “Kur’an ahlakıyla bezeli bir altın nesil oluşturma” söylemiyle başlattığı cemaat oluşturma teşebbüsü zamanla bir terör örgütüne evrilerek sadece ülkemize ve aziz milletimize ihanetle sonuçlanmamış aynı zamanda kara bir leke ve bir fitne ve fesat mirası olarak tarihteki yerini almıştır.’’

FETÖ’nün ne olduğunu da konuşmasının devamında anlatan Aydın; FETÖ’nün Nurculuk arazisinde inşa edilen kaçak bir yapı olarak ortaya çıktığını, meşruluğunu Said Nursi’nin eserlerinden aldığını, insan kaynağını da Nurculuktan devşirdiğini kaydetti.

Prof. Dr. Aydın şöyle devam etti:

‘’Gülen kültü etrafından etrafında gelişip şekillenen, ilk dönemlerinde mürit kaynağını temin etmek için eğitime önem veren dini bir hareket olarak görünen daha sonraları ise sivil toplum, insani yardım, ekonomi, siyaset başta olmak üzere hemen her konuya el atan, 28 Şubat ve Ergenekon gibi süreçlerle ülkede kaos ortamı yaratan oluşan kaos ortamında da yetiştirdiği militanlarını “uyuyan hücre modunda” devletin stratejik kurumlarına yerleştiren, başta ABD, İsrail ve Vatikan olmak üzere güç odaklarıyla ve bunların istihbarat örgütleriyle iş tutan, 17/25 Aralık 2013 bürokratik ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmalarıyla terör örgütlüğü tescillenen haddinden fazla sinsi, takiyyeci, ikiyüzlü, girift ve konjonktüre göre sürekli olarak kendini yenileyen bir yapıdır.

15 Temmuz hain darbe kalkışması bizlere Anadolu topraklarında kırk yılı aşkın bir süredir dini değerleri kullanarak neşvünema bulan sözde iyilik hareketinin veya bağlılarının ifadesiyle “Hizmet Hareketi’nin” nasıl günü geldiğinde vahşi bir terör örgütüne dönüştüğünü açıkça göstermiştir.

15 Temmuz daha önce görmek istemeyenlere FETÖ’nün; sapkın ve çok boyutlu küresel angajmanları olan son derece tehlikeli bir örgüt, lideri Gülen’in de “hocaefendi” değil, dini açıdan sapkın bir şahsiyet ve kibir abidesi şizofrenik bir vakıa olduğunu açıkça göstermiştir.’’

FETÖ gibi paralel devlet yapılanmalarının amaçlarını gerçekleştirmek için uzun vadeli planlar yaptıklarını ve eğitime büyük yatırımlar yaptıklarını vurgulayan Prof. Dr. Mahmut Aydın; ‘’Kendilerine militan yetiştirmeyi ve bu bağlamda da insan odaklılığı merkeze alan FETÖ ve benzeri paralel devlet yapılanmaları, amaçlarını uzun vadeli planlarla eğitime yatırım yaparak gerçekleştirme yoluna gitmektedir.  Bu hareketler dünyanın dört bir tarafında kurdukları eğitim kurumları yoluyla özellikle yoksul ancak hayatta yükselme ve bir yerlere gelme arzusunda olan gençlere nitelikli ancak itaat eksenli eğitim vererek kendi çıkarlarına hizmet edecek ve kendileri vasıtasıyla da dünyayı yönetebileceklerine inandıkları nesiller yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir. 

Kendilerine mutlak itaat duygusuyla bağlı insan gücü yetiştirmeye son derece önem veren FETÖ ve benzeri hareketler iyi yetişmiş insan güçleri sayesinde hasımların arasına veya hedefledikleri stratejik kurumlara veya yapılara ölü hücre modunda sızarak bir taraftan söz konusu kurumları veya yapıları yıpratmak suretiyle kendilerine uygun alanlar haline getirme yoluna giderken,  diğer taraftan da militanları vasıtasıyla söz konusu kurum veya yapıların kritik öneme sahip pozisyonlarını ele geçirerek kendilerine hizmet edecek duruma getirmeye çalışmaktadır.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe kalkışmasında gördüğümüz üzere iyi yetişmiş elemanlarını ortadan kaldırmak istedikleri devlet yetkililerinin özel kalem müdürü, yaveri veya koruması pozisyonuna getirmesi gerçeği dikkate alındığında söz konusu bu hareketlerin ne denli tehlikeli olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü dini bir yapılanma olarak ortaya çıkıp gelişen bu hareketler liderine mutlak itaat duygusuyla bağlı militanlara sahip olduklarından örgütün çıkarı söz konusu olduğunda terör eylemlerinde bulunmaktan çekinmemektedirler. 19 Aralık 2016 tarihinde bir sergi açılışında polis kimliğiyle salona girerek Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’u öldüren şahsın FETÖ bağlantısını düşündüğümüzde FETÖ ve diğer yapılanmaların zamanı geldiğinde ne kadar tehlikeli olabilecekleri açıkça ortaya çıkmaktadır.  

FETÖ ve benzeri hareketlerin mensupları kendi eylemlerinden ziyade mensubu oldukları hareketin liderinin veya onun bağlı olduğu yapının rızasını kazanarak kitlesel olarak kurtuluşa ulaşacaklarına inandıklarından her yolu kendilerine mubah görmektedirler. Çünkü onlara göre amaca giden her yol meşrudur. Dahası farklı toplumlar ve ortamlarda uyum içinde yaşayabilme adına her toplumsal bünyeye adaptasyon özelliğine sahip olan bu hareket mensupları muhalifleriyle açıktan kavgaya tutuşmak veya doğrudan çatışmak yerine daima şantaj ve tehdit yöntemiyle mücadele etmeyi yeğlemektedir.’’ dedi.

FETÖ ve benzeri hareketlerin çıkarcı olduklarının altını önemle çizen Aydın; bu tür yapıların her zaman güçlünün yanında durduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Aydın FETÖ’nün de her zaman güçlünün yanında konumlandığını belirterek ‘’FETÖ ve benzeri hareketler din, ahlak ve ideoloji gibi konularla ilgili söylem ve eylemlerinin içinde bulunulan duruma ve şartlara göre değişiklik arz eder.  Çünkü bu yapılar çıkarcı oldukları için her zaman kazanandan, dolayısıyla da güçlüden yana olduklarından tüm söylem ve faaliyetlerini de kaypaklık üzerine bina etmişlerdir. Bu kaypaklık stratejisi genel bir özellik olmakla birlikte en bariz şekilde kendi çıkarı için manevi ve milli değerlerini dolaysıyla da milletini ve dinini “haraç mezat” satmaktan çekinmeyen FETÖ’de açıkça görülmüştür. Örneğin Gülen’in darbe kalkışmasından on gün sonra 25 Temmuz 2016’da New York Times gazetesinde yayımlanan yazısıdır. Bu yazıda Gülen, ülkesinin Cumhurbaşkanını –Recep Tayyip Erdoğan’ı- radikal İslam’ı savunmak hatta IŞID’e sahip çıkmakla ve diktatörlükle suçlamakta ve Batılılara “Sizin istediğiniz ılımlı İslam’ın temsilcisi benim.” dolayısıyla bana sahip çıkın beni Erdoğan’a teslim etmeyin çağrısında bulunmak suretiyle başta ABD olmak üzere Batılı dostlarını bir anlamda Türkiye’ye yaptırım uygulamaya çağırmaktadır.’’ ifadelerini kullandı.

FETÖ Darbeyi Yerli ve Yabancı İşbirlikçilerle Tertipledi

FETÖ’nün yerli ve yabancı işbirlikçilerle tertiplediği hain darbe girişimi karşısında Türk milletinin cesurca ve canını dişine takarak durduğunu söyleyen Prof. Dr. Aydın; Amerika’nın Irak’ı işgal ederken de FETÖ yapılanması gibi taşeron bir oluşumu kullandığını belirtti.

Aydın bu benzerliği şu sözlerle anlattı:

‘’FETÖ’nün yerli ve yabancı işbirlikçileri ile birlikte tertiplediği kaos ve iç savaş garantili 15 Temmuz hain darbe kalkışmasının -eğer Cumhurbaşkanımızın etkin liderliği ve aziz milletimizin şanlı direnişi olmasaydı- ülkeye nelere mal olacağını anlamak için dikkatinizi Amerika’nın Irak’ı işgalinde etkin rol oynayan Kesnizâni tarikatı ile FETÖ arasındaki benzerliğe çekmek istiyorum. Hakkında çok az şey bilinen Kesnizâni yapılanması ile ilgili medyadan elde ettiğimiz bilgilere göre tarikat, Irak’ta Şeyh Abdülkerîm Kesnizâni tarafından kurulan bir Kadirî oluşumdur. Şeyhin ölümünden sonra yerine oğlu Muhammed Kesnizâni’nin geçmesiyle ciddi bir dönüşüm geçirerek CIA ve MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin taşeronu olarak çalışmaya başlayan tarikat, 2000’lerin hemen başında tıpkı FETÖ’nün devletin stratejik kurumlarına sızarak “Paralel Devlet Yapılanması” kurması gibi başta Irak ordusu ve istihbaratı olmak üzere devletin tüm kilit kurumları ile Saddam Hüseyin’in en yakınına kadar sızarak etrafını adeta bir örümcek ağı gibi kuşatmıştı. Nitekim Amerika’nın 2003 yılındaki Irak işgali sırasında Irak ordusunun Genel Kurmay Başkanının, Hava Kuvvetleri Komutanının, Askeri İstihbarat Başkanının, Saddam’dan sonra devletin ikinci adamı olan başkan yardımcı İbrahim İzzet el-Dûri’nin, Saddam’ın iki kardeşinin hatta eşi Sâcide Hayrullâh ile oğlu Uday’ın da Kesnizâni tarikatının müridi olduğu bilinmektedir.

Taşeron olarak kullandığı Kesnizâni tarikatı aracılığıyla Saddam’ı kolayca devirerek Irak’ı işgal edecek ortamın hazır olduğunu gören Amerikan ordusu 20 Mart 2003’de Basra üzerinden Irak’a girer ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan yirmi günde -10 Nisan 2003’de- Bağdat’a ulaşarak işgali tamamlar ve ülkeyi etkileri hâlâ devam eden kaosa götürecek süreci başlatır.  Uzmanlara göre Basra’dan Irak’a giren ABD askerlerinin doğru dürüst bir direnişle karşılaşmadan ellerini kollarını sallayarak çölü geçip Bağdat’a girmeleri akıl alacak bir şey değildi. Bunun arkasında mutlaka başka bir neden olmalıydı. Bu neden de hiç şüphesiz yukarıda ifade ettiğimiz üzere Saddam’ın en yakınlarının, ordunun başının, kuvvet komutanlarının ve kilit noktalarının Kesnizâni tarikatı ve onun aracılığıyla çoktan ABD’nin eline geçmiş olmasıydı.

Bu noktada 15 Temmuz sonrası darbeye kalkışan ve FETÖ ile iltisaklı olduğu tespit edilen üst rütbeli birçok subayın görevden el çektirilerek tutuklanmasını, NATO karargahında ve çeşitli Avrupa ülkelerinde görev yapan subayların Türkiye’ye dönmeyerek bulundukları ülkelere sığınmasını ve 15 Temmuz sonrası PKK ile mücadelede elde edilen başarının neden 15 Temmuz öncesinde bir türlü elde edilemediğini birlikte düşündüğümüzde İslam coğrafyasının imamesi olan Türkiye’yi bölüp parçalama misyonuyla sahaya sürülen FETÖ’nün sadece ülkemizin değil, aynı zamanda Müslüman coğrafyanın başına musallat edilen tam bir püsküllü bela olduğunu daha rahat görme şansımız olacaktır.

FETÖ ve Kesnizâni örneklerinde görüleceği üzere İslam dünyasında neşvünemâ bulan dini oluşumlar zaman zaman dinin kitleleri kontrol etme gücünden dolayı içlerine mürit olarak yerleştirilen elemanlarla yabancı istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilmeye veya kullanılmaya müsait yapılar olabilmektedir. Bu olasılığı dikkate alarak bundan sonra FETÖ benzeri oluşumlara fırsat vermemek için bir şekilde hem devletin dini cemaat veya oluşumları izlemesi hem de söz konusu oluşumların kendilerini yabancı istihbarat örgütlerinin sızmalarına karşı sürekli olarak teyakkuzda tutmaları gerektiği aşikardır.’’

Konuşmasının sonuç bölümünde FETÖ benzeri oluşumların tehlikesine bir kez daha dikkat çeken Prof. Dr. Aydın; sadece sivrisinekleri yok etmenin çözüm olmadığını bataklığı kurutmak gerektiğini ve devlet kurumlarının bu tarz yapılanmaların eline bırakmamak gerektiğini ifade etti.

Prof. Dr. Aydın; ‘’Bu nedenle bir taraftan hastalığı yok ederken diğer taraftan da yeni hastalıkların ortaya çıkmaması için içimizdeki benzer virüslerin ve onlara yol açan etkenlerin de önceden tespit edilerek kontrol altına alınması elzemdir. Yani sadece sivrisineklerin değil, onların üremesine ve serpilmesine yol açan bataklık veya bataklıkların da kurutulması gerekmektedir. 

 “Allah size emanetleri (görev, yetki ve sorumluluğu) liyakat ve ehliyet sahibi kimselere vermenizi emreder” (Nisâ 4/58)

En büyük suistimaller ve hak ihlalleri maddî servet ve gücün temerküz ettiği alanlarda kendini gösterir.

Haşr 57/9. ayette servetin aynı ellerde temerküz ederek çok büyük bir güç ve iktidara dönüşme ve sosyal adaleti alt üst etme riskine dikkat çekildiği açıktır. Buna göre devlet kurumları veya yönetim kademelerini belirli grupların tekeline bırakırsa kendinin kaosa gireceğini bilmelidir.’’ cümleleriyle konuşmasını sonlandırdı.

Güncelleme Tarihi: 18 Temmuz 2019, 16:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER