banner45

Dünyada Mekan

“Ben mi hızlı yürüdüm, yol mu kısaydı nedir,
erkenden yaşlanıverdim.”
Cahit Koytak
Çocukluğumuz planlı sokakları olan Taşova ilçesinde geçti. Herkesin evinin tarifinin kolayca yapılabildiği 1944 yılında kurulmuş küçük bir ilçe. Sokağın iki tarafında bir dönümlük bahçelerde duvarlarla ayrılmış kerpiç evler…
Ev kiralama, müteahhite arsa verip daire sahibi olmakla, daire satın almakla bahçeli evlerin ömürleri sona erdi. Bugün mahalle nedir bilmeyen bir nesil var. Mahalleyi hatırlayanlar da yolun yarısını çoktan devirdiler. Mahallemizle birlikte ilçemizin o eski bahçeli evlerini kaybettik. Bazen gidip dolaşır büyüdüğüm, küçüklüğümü doyasıya yaşadığım o sokaklarda çocukluğumu arardım. Görsel hafızamda bir tarihin son izleriyle şekillenen o eski evleri ve orada yaşamış yaşıtlarımı anımsıyorum.
O sokakta hatıra bırakmak için yaşadık sanki. Tatlı acı hatıralar bıraktık. Acıları unutmaya çalıştık. Tatlıları da ayrı bir ıstırap oldu hatırladıkça. Belki de hayatın zenginliği hatıra biriktirmek. Hata ve sevabıyla geçmişi bugüne taşımak. Hatıralar hangi şartlarda nelerin yapıldığının ve de bizden sonrakilere bırakılan yaşanmış bir hayatın hikayesidirler.
Aziz Bekçinin Hüseyin, Veyis Aganın Muhsin, Yaşar Ustanın Baki, Bicayim’in Hilmi, Niyazi Beyin Gönül Hayati, 15 yaşlarına kadar yaşın verdiği türlü afacanlıklardan uzak durmayan ekmekle peyniri katık etmenin, acı tatlı lezzetlerini kendilerini zevk edinen fakir ve muhafazakâr bir halkın yaşadığı mahallemizin güzel çocuklarıydı.
Gelin hayat denilen bu akışın içinde evlerin hayatımızdaki yerini deşelim. Her evin bir hikayesi vardır. Aile dediğimiz çekirdek toplum kan bağı ile bir birine bağlı insanlardan oluşmaktadır ve varlığı da “ev”le mümkündür.
Eski evlerde aklımıza ilk gelen evlerin sınırının başkasının girmesini engelleyen duvarlarının ve kapısının olmasıydı. Bahçeli, tek katlı kerpiç evimizin tahtadan yapılmış iki kanatlı bir kapısı vardı. Mahremiyeti sağlayan ve temsil eden kapıydı. Kerpiç duvarlar komşularla olan sınırı ifade ediyordu.
Atalarımızın evleri ve eşyaları yaşama tarzlarının tabii bir sonucu olarak dolaplardan çıkarıp yere serdikleri yataklar, şilteler, yer sofraları, mangallar evin nakli kolay eşyalarındandı. Eskiler bağdaş kurmak için şilteyi, minderi, sahanda elle yemek için leğenle ibriği, ellerini silmek için de peşkiri havluyu kullanmışlardı.
Ve kerpiç evlerin ocakları vardı. Ocak evdeki hayatın sürmesini sağlayan, hem ısınma hem de yemek pişirmeye yarayan bir yerdi. Ocağın ailede ifade ettiği bir mana derinliği vardı. “Ocağın tütmesi” bir ailenin varlığının sürdürülmesi anlamına geliyordu. Bacasından duman tüten evde, hayatın sürdüğü anlaşılırdı. Yani barınılan bir yerin ev değerini kazanması için ocağın bulunması ve ocağın içinde ateşin olması gerekliydi. Şimdi ki evlerimizde ocaklar yoksa da yine de tüten bir şey var. Apartman dairelerindeki ocakların adı şömine oldu.
Çocukluğumuzun vatanı olan evlerin deyimlerimize yerleşmiş birçok ifadesi vardır. “Ev açmak” Yeni evlenenlerin yuvalarını hazırlamalarına verilen addır. Yeni satın alınan ya da yeni yapılan, düğünü yapılıp yuva kuranların evlerine “ev görmeye” gidilirdi. “Baba evi” tabirinin zengin bir çağrışımı vardır. Duygulara hitap eder. Evlenen genç kızlar, gurbete giden gençler için elden kayıp gitmiş bir saadeti ifade eder “Baba evi”… sosyal hayata kavuşmayı, bir işe girip evlenip yuva kurmayı “Eve barka kavuşmak” olarak tarif ederler.
Günümüzde evlerin derinliği kalmadı. Evler gel-geç yeri oldu. Eskiden evlerin bir iç hayatı vardı. Onu yitirdik. Nezahat, nezaket kayboldu. Tabii bunları sağlayan insanlar da kalmadı. Terk edilmişliklerine kederlenen eski kerpiç evlerimiz intihar ettiler, çöküp gittiler, bahçeli evlerin ağaçları söküldü. İnsafsız bir el acı tatlı hatıralarla dolu, çocukluğumuzun bahçeli tek katlı kerpiç evlerini yıkıp yerine şahsiyetsiz, ananesiz, tarihsiz yeni binalar diktiler. Ve orada mazi yadigarı hiçbir şey, neşemizle gülmüş, kederimizle ağlamış hiçbir varlık bırakmadan, ebediyen sönen bir “Baba Ocağı” bıraktılar.
Ev, aile ve yuva kelimelerinin bütünleşmiş bir mana derinliğine sahiptir. Onun “Konut” kavramıyla farkı vardır. Her eve konut denebilir ama her konuta ev diyemeyiz. Çünkü evler sahiplerinin karakteriyle şekillenirler. Bireye ciddiyet kazandıran kim ve ne olduğunu topluma ilan eden evdir. Bizim sokağın evleri sahiplerinin adlarıyla bilinir ve söylenirdi; Veysel Emminin Evi, İlyas Aganın Evi, Veyis Aganın Evi, Emin Beyin Evi, Ahmet Onbaşının Evi, Niyazi Beyin Evi, isimlerini ev sahiplerinden almışlardı. O evlerde umutlar bölüşülür, acılar paylaşılır, sevinçler katmerleşir, yarınlardan umut beklenirdi evcek…
Evet gün geldi bir değişim rüzgarıyla oluşan fırtınada hızla değişen hayat şartlarıyla birlikte yıllar öncesinin köklü, sağlam ev anlayışının tarihe karışmasına hüzünlü bir çaresizlikle şahit olduk. Bu hızlı ve ölçüsüz değişimin sonucunun ne olacağını, kaybettiğimiz ev geleneğini tekrar bulabilecekmiyizin cevabını fikir kadını Samiha Ayverdi şöyle açıklıyor:
“Neticede de büyük aile tipi dağılıp, bölünmüş ev yerini gerek nüfuzca gerek nizamca, görenek ve geleneğini kaybetmiş küçük aile statüsüne bırakmıştı. Bu intikalde, bir aile imparatorluğundan, istiklalli fakat küçük ve sınırlı aile-devletçikleri tipine geçiş cemiyet için bir kazanç mı olmuştur, yoksa bir kayıp mı ?
Evet, çocuk denen, ailenin zürriyeti ve bereketi için anadan babadan ibaret dar kadrolu bir çatı altında kalmanın, büyük babaların, büyük annelerin, hala, teyze hatta yenge ve diğer akrabaların alaka, sevgi ve şefkati ortasında, iyiliği, güzelliği, doğruluğu hem duyarak hem görüp yaşayarak yetişmenin imkanlarından mahrum olmak, buna mukabil kreşlerin, çocuk yuvalarının katı ve mekanik havası içinde büyümeye mecbur kalmak acaba cemiyetin kar hanesine mi yoksa zarar hanesine mi yazılmak gerekmektedir ?
Bu içtimai müşkülün gerçek cevabını verecek olan fertler değil, zamanın dudağı olsa gerek”
Değerli mütefekkirin içtimai müşkülümüz hakkında söylediklerini okuduk. “Dünyada mekan…” buyuran ecdadımız bugün konut kredileriyle insafsız ev kiraları arasında çırpınan ayrıca aynı apartmanda olup da bir birini tanımayan selamsız sabahsız torunlarını görseydi neler yazar, neler söylerdi acaba…

YORUM EKLE